24 Eylül 2011 Cumartesi

Alea Iacta Est - Zarlar Atıldı


Güzeller güzeli dillere destan Yedigöller ve belki de buranın hala güzel kalmasını sağlayan kötü yollarını bilmeyen yoktur. İlk kez gitme fırsatı yakalamıştım. Yol başlamıştı ve zarlar atılmıştı. Araçta müzik tamam, şöför kafadar, kırmızı ışıklarda bas çek bas çek frenlerle başlamıştık yola, s'ler yaparak düz yolda çalkalamayla devam ettik ve müzik eşliğinde gayet eğlenceli sağ salim vardık Yedigöller'e. Gez toz derken Anıt Karaçam ve Gülen Kayalar arasında fotoğraftaki manzara ile karşılaştım. İnsanın başına hiç gelmeyecekmiş gibi şeylerin kanıtıydı adeta. Sonrasında yemekte şöförün bir kutu bira içtiğini gördüğümde pek hoş bir durum olmamıştı ama bir biradan bir şey olmazdı. Dönüş yoluna geçmiştik. Öncesinde yolumuzu kaybedip pek güven vermeyen tek şeritli bir köprüden yolcuları indirerek aracı geçirmiştik. Ekip şen ve kıpır kıpırdı. Şöför manuel olarak disko ortamını yaratıyordu müzik eşliğinde, danslar, eğlenceler... Şöförün iç ışıkları söndürdüğü bir sırada ekipteki arkadaşlardan biri şakayla karışık "farları da söndür" diye seslenince; kafadar şöför ayak uydurmayı eksik etmedi kap karanlık yolda. Aklıma direkt olarak bu fotoğraf gelmişti. Ertesi gün arkadaşlardan öğrendim bizim şöförün tek gözünün takma olduğunu!

"Zarlar Atıldı" (Alea iacta est) ve biz kazandık. O köprüden geçerken de farlar kapandığında da s'ler yaptığımızda da gerçeğin kıyısından döndük. Bu fotoğrafı ibretlik olarak saklamalıyım.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Erbab-ı Hayat


Yaklaşık 3 km'lik dik bir stabilize yol ve devamında yarım km'lik orman içi patika yolu aşarak bireysel anıt ağaç ziyaretimi gerçekleştirdim. Küçümsemeyin ve Yedigöller'e giderseniz deneyin. Sazlı göl'den Anıt Karaçam'a kadar durmadan. Arkadaşlar mangala koşuyor, yoldaş bulmak zor. Yolun sonunda seviniyorum buna, eğer yanımda birisi olsaydı çoktan geri dönmüştük.

Bu blogda bir gün karaçam (pinus nigra) fotoğrafı etiketleyeceğimi hiç düşünmemiştim. Çünkü alışmıştım görmeye onu ve yabancı değil bana. Ama 500 yaşını devirmiş ise sadece hayran bırakır kendine.

Ab-ı hayat suyundan içmiş,
Oracığa kök salmış,
Erbab-ı Hayat olmuş.

12 Eylül 2011 Pazartesi

Güçsüz Karınca


Ofis ortamında; havanda su dövmekten arta kalan zamanlarda eğer arkadaşlarıma ataç fırlatacak enerjiyi kendimde bulamadıysam, elde olanları iki kıvır bir çevir yöntemiyle manalı hale getirmeye çalışıyorum. Bu sefer kurbanım silgi oldu. Kendime basit bir mühür yaptım. Aslında daha önce linolyum üzerine yaptığım denemede pek başarılı olamamıştım. Ama bu son silgi mühür çalışmam hevesimi artırdı diyebilirim.

Pek çok kişi için padişah tuğraları en etkileyici mühürler sanırım, içlerinde kimin evladı oldukları ve "el muzaffer daima" ibaresini içeriyormuş. Benim en beğendiğim ise Mimar Sinan'ın mührü. Okuduğum kaynağa göre mühürün ortasında "el-fakirü'l-hakir Sinan", kenarında ise "ser mimaran-ı hassa müstemend bende-i miskin kemine dermend" ifadesi yer alıyormuş. Biraz daha anlaşılır haliyle "fakir ve hakir Sinan - saray baş mimarı değersiz ve miskin bendeleri". Sadece bu kadarla da kalmamış yazma nüshalarda "mur-ı natuvan" yani "güçsüz karınca" olarak tanımlıyormuş kendini. Ne kadar alçak gönüllü, etkileyici ve ilham verici değil mi?
Fazlası için;
hayatı (sondaki hikaye muhteşem)

8 Eylül 2011 Perşembe

Begonya


Ankara-Hamamönü semtinin tarihi sokakları tekrar inşa edildi ve daha görsel hale getirildi. Ben kısa yürüyüşler yapıyorum bazen. Ara sokaklarda perforje destekli saksılar içinde rengarenk çiçekler asılmış duvarlara. Fotoğraf makinesi yanımda olunca bu begonya giriveriyor çerçeveye. Bakmayın begonya dediğime, o kadar az çiçeğin ismini biliyorum ki aslında. Benekli ve büyük yapraklarıyla yıllarca salonumuzu süsleyen çiçek de begonya değil miydi? İnternet'te ufak bir araştırmayla envai çeşit begonya görmek şaşırtıcı oluyor.

Eski bildiklerimi bile unuttuğumu düşünüyorum, her ne kadar üstüne yeni bir şeyler ekleme çabası olsa bile. Sonra insanı dibi çatlak toprak bir kaba benzetiyorum. İçini doldurmaya çalıştıkça alttan damlatıyor. Eğer doldurmazsan içini yaramıyor hiçbir şeye. Damlattığından fazlaysa koyduğun eğer kullanılabiliyor belki! Zamanla çatlağın büyümesi, koyduğundan fazlasının eksilmesi ve kabın kırılması kaçınılmaz ama o zamana kadar içini doldurupta doğru yere boşaltabilirsen eğer güzel bir çiçek yetişebilir.

6 Eylül 2011 Salı

Ginghko Biloba - Mabet Ağacı


Millî Egemenlik Parkını gezmeyi severim hep, eskiden oturmayı da severdim. TBMM'nin yanında olmasına rağmen güvenlik sıkıntısı yaşatması sebebiyle oturmaz oldum. Bu parkta bir dişi bir erkek çift Ginghko Biloba yani Mabet Ağacı bulunmakta olup bu dal parçası kesinlikle benim tarafımdan kopartılmamıştır. Ben yerde koparılmış halde buldum. Ağacın cinsi olur mu demeyin bazı ağaçların oluyor. Çok çok özel ve botanikte kendi sınıfında tek olan, milyonlarca yıldır bu dünyada var olabilmiş bir ağaç kendisi. Düşünsenize dinazorlar devrinde de var olan fosilleri olan bir ağaç.

Fotoğraftaki dişi ağaca ait bir dal parçası ve meyvelerin yarattığı koku sebebiyle şehir ortamlarında, peyzajda erkek agaçlar makbul.

Fırsat olursa Goethe'nin kendi el yazısıyla yazdığı Ginghko şiirine göz atmak gerek.

Daha daha fazlası için;
1. Wiki